Kayıtlar

Temmuz, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Rüyaların Peşinde: Van Gogh ve Japonizm

Resim
17/7/2018/ skopbülten / Hans Belting, Çeviri: Derya Yılmaz Sol: Utagawa Hiroshige, “Köprü Üzerinde Sağanak”, 1857. Sağ: Van Gogh, “Yağmur Altında Köprü (Hiroshige’nin baskısından)”, 1887. Şubat 1888’de Van Gogh hayal kırıklıkları içinde Paris’i terk ederek yeni bir hayata başlamak üzere Fransa’nın güneyine taşındı. Arles’a geldikten birkaç gün sonra, kardeşi Theo’ya “Sanki Japonya’daymışım gibi hissediyorum,” diye yazacaktı. Bir süre sonra yazdığı bir başka mektupta ise kendini daha açık biçimde ifade etmişti. Tek kelimeyle “empresyonistler” diye adlandırdığı diğer sanatçıların, Japon resminin etkilerini sindirmeye devam etmeleri gerektiğini düşünüyordu. Peki “neden Japonya’ya gitmiyorlar? Yani, Japonya’nın muadili olan Güney’e? Bence yeni sanatın geleceği Güney’de yatıyor. Burada insanın görme yetisi değişiyor. Her şeyi Japon gözüyle görüyorsun, renkleri daha emin biçimde hissediyorsun” – yani, bozulmamış ve doğal olarak. Paris’te Japonizm kültünün doruk noktasına vardığı zamanlardı

Kültür Savaşı Nedir: Kültürel Hegemonya Kavramının Yanlış Kullanımları Üzerine

Resim
20/7/2018/ skopbülten / Razmig Keucheyan, Çeviri: Akın Terzi Antonio Gramsci, 1831-1937 Bütün duyarlıkların iç içe girdiği Sol’da, siyasi açıdan tutarlı görünen, ama aslında tehlike barındıran kimi anlayışlar rağbet görüyor günümüzde: Bunlardan biri %99 savı.[1] Örneğin 2011’de Occupy Wall Street hareketi, ekonomist Emmanuel Saez ve Thomas Piketty’nin ortaya koyduğu istatistikleri baz alarak, insanlığın iki gruba ayrıldığını ortaya atar: bir yanda ekonomik büyümenin getirilerinden aslan payını alan %1’lik zengin kesim, diğer yandaysa gitgide daha da artan eşitsizliklerden mustarip %99’luk kesim. Bu sav bir süreliğine etkili olur ve çeşitli ülkelerde halk hareketlerine yol açar. Ama esas sorun çok geçmeden ortaya çıkar: % 99’luk kesim birbirinden son derece farklı unsurlardan meydana gelmektedir. Zira bu kesim hem Delhi’nin ya da Rio’nun kenar mahalle sakinlerini, hem de henüz %1’lik kesime girebilecek kadar zengin olmayan varlıklı Neuilly-sur-Seine ya da Manhattan sakinlerini içe

Ursula K. Le Guin

Ursula Kroeber Le Guin (21 Ekim 1929 - 22 Ocak 2018), Amerikalı yazardır. Bilim kurgu ve fantezi edebiyatının en önemli yazarlarından kabul edilen[6][7] Le Guin, bu alanlardaki eserlerinin yanı sıra şiir, tiyatro, çocuk ve genç edebiyatı alanlarında da yazar ve çevirmen olarak katkıda bulunmuştur. İlk romanı 1966 yılında yayımlanan Le Guin'in eserlerinde ağırlıklı olarak Jung'un[7], taoizimin[6][7], varoluşçuluğun[6] ve Yunan mitolojisinin[4] etkileri görülmektedir. Yazar, başta Hugo ve Nebula olmak üzere pek çok ödül almıştır. Yaşamı Ursula Kroeber, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde 1929 yılında dünyaya geldi. Antropolog bir babayla (Alfred Kroeber) psikolog ve yazar bir annenin (Theodora Kroeber) kızıdır. İsmini doğum tarihi olan Azize Ursula Günü'nden aldı.[8] Ebeveynleri tarafından üç erkek kardeşi ile beraber kültürel çeşitlilikfikrinin hakim olduğu bir ev ortamında yetiştirildi.[9][10] Massachusetts-Radcliffe College’da lisans eğitimini tamamladıktan sonra Columbia Ü

İlya Repin

Resim
Ilya Yefimovich Repin (Rusça: Илья́ Ефи́мович Ре́пин, Ukraynaca: Ілля Юхимович Рєпін, (5 Ağustos (eski takvimle 24 Temmuz) 1844, Çuguyev, Harkov Guberniyası, Rus İmparatorluğu – 29 Eylül, 1930, Kuokkala, Viipuri Eyaleti, Finlandiya) Rusya'nın önde gelen[1] ressam ve heykeltıraşlarındandır. Peredvijniki (Geziciler) sanat okulunun bir üyesi olan Repin, çalışmalarının önemli bir bölümünü, doğduğu memleketi olan Ukrayna'ya adamıştı.[2] Gerçekçi eserlerinin çoğunda büyük bir psikolojik derinlik vardır ve mevcut sosyal düzenle olan gerilimi yansıtırlar. 1920'lerin sonlarında hakkında ayrıntılı eserler yayınlanmış ve yaklaşık on yıl sonra bir Repin tutkusu gelişmiştir. SSCB'deki "Sosyalist Realist sanatçılar tarafından örnek alınması gereken model bir "ilerici" ve "gerçekçi" olarak övülmüştür. Hayatı ve çalışmaları Repin, Sloboda Ukrayna olarak adlandırılan tarihî bölgenin merkezinde, Harkiv yakınındaki Çuhuivkasabasında Rus bir anne-babadan doğdu

“ÇEŞME” DUCHAMP TARAFINDAN YARATILMADI!

Resim
Sanat tarihi yeniden yazılıyor. Bu yeni tarihte kesinlikle bilinmesi gereken bir isim var, o da Barones Elsa von Freytag-Loringhoven… Dada akımının önde gelen sanatçılarından bilinen ve 1910’larla 20’lerin tanınmış şairi Baroness Elsa von Freytag-Loringhoven, çalışmaları Ernest Hemingway and Ezra Pound tarafından da desteklenen bir sanatçıydı. Şimdi ise dada ilk Amerikan Dada sanatçısı olarak kabul ediliyor. See All This’in haberine göre, Von Freytag-Loringhoven’ın hak ettiği bir unvan daha var: R. Mutt imzalı “Fountain” (Çeşme) adlı pisuvar… Blog, Marcel Duchamp’in sahiplendiği ve onu sanat tarihinde bir kahraman yapan eserin asıl sahibinin aslında çok uzun zamandır bilindiğini ancak bu gerçeğin dillendirilmediğini iddia ediyor. Gerçeği ilk olarak ortaya çıkaran 1982’de keşfedilen ve Duchamp tarafından kızkardeşine yazılan 11 Nisan 1917 tarihli bir mektup. Sanatçı Fountain’ın sergilenmesinden sadece birkaç gün önce kaleme aldığı mektupta erkek takma adıyla (Richard Mutt) New York’a ça

André Rieu - And The Waltz Goes On

Resim

Neden Degas

Neden Degas’yı incelemek istiyorum. Resimlerindeki farklı kadrajları gördükten sonra, bunların fotoğrafının çekilip sonrasında resimleştirildiğini veya ressamın bakışının bu yönde gözlemlediğini düşündüm. Çünkü bir sınır yoktu. Şöyle ki, sanatçıyı zorlayan belirli bir medium üzerine eserini yansıtmaya çalışması. Bunu o dar alan içinde gerçekleştirmeye zorlanması. Bu zorlama resim ve fotoğraf içinde geçerli. Klasik dönem ressamları yaptıkları eserlerde bu sınırı koyuyorlar ve eser oraya hapsedilmiş gibi o sınırlar içersinde kalıyor. Fakat Degas’da modelin kesilmesi vb. fotoğrafik ögeler sayesinde devamlılığı sağlıyor. Yani o sınırlar dahilinde hala bir devamlılık hareketin, hayatın, anın devamlılığı. Degas’ın tüm eserlerine hakim olduğum söylenemez. Dansçıların resimleri ve birkaç eskizini inceleme fırsatım oldu. Belki izleyenlere özellikle yıkanan, kurulanan kadın işleri onu bir röntgenci konumuna koyabilir. Aslında Degas’nın gözlemi, kadın bedenine tutkun ve meraklı bir insanın bakı

Roger Fenton

Resim
Roger Fenton Kırım Savaşı’na, Kraliçe’nin “askerlerin pasaklı, kanlı, uygun olmayan fotoğraflarını çekmemesi” şartları (!) ile gönderilen, savaş foto muhabirliğinin babası… Roger Fenton ve seyyar fotograf labaratuvarı. 1850′lerden sonra belgesel fotoğrafın kullanım alanları genişler. Roger Fenton’un Kırım, Mathew Brady’nin ise Amerikan iç savaşı görüntüleri yeni boyutlar getirir fotoğrafa. İlk geniş kapsamlı savaş röportajı Roger Fenton imzasını taşır. Fenton, 1819 yılında Rochdale yakınlarındaki Heywood kasabasında doğmuştur. Önceleri amatör, daha sonra da profesyonel olarak uğraştığı fotoğrafçılık uğruna hukukçuluğu bırakmış bir İngiliz’dir. İlk çalışması, Rusya’ya yaptığı yolculuk sırasında çektiği bir seri calotype’dir. Paris’te Paul Delaroche ile resim çalıştıktan sonra, hukuk okudu ve bir süre avukat olarak çalıştı. Rusya’da Dinyeper Nehri üzerinde inşa edilen bir köprü ile Kiev, Sen Petersburg ve Moskova’ya ait çeşitli fotoğraflar çekmiştir. 1854′te Regent’s Park’ta bir fotoğraf

Oscar Gustave Rejlander

Resim
İsveç’te doğan, kariyerine ressam ve portre çizimcisi olarak başlayan Oscar Gustave Rejlander İtalya’da sürdürdüğü fotoğraf çalışmalarından sonra bir süre için Fax Talbot’un (negatif çekim tekniğini bulan kişi) asistanı oldu. Sembolik, alegorik, resimsel yönü ağır basan ve Rönesans etkisini barındıran fotoğraflar üreten sanatçının bu bağlamda belki de en önemli çalışması Raphael’in Atina Okulu’na gönderme yaptığı Hayatın İki Yüzü’dür. Tam otuz iki adet negatifi, karanlık odada birleştirerek oluşturduğu bu karede Rejlander, iyi ile kötü arasındaki farkı anlatıyor. Fotoğrafta görünen her bir nesne, kişi bir ifadeyi, anlatımı simgeliyor. Sahnelenen öykü oldukça çarpıcı. Yaşlı bir bilge iki genç adama hayatı anlatıyor. Bir tarafta içki, kumar, şehvet ve giderek yozlaşma, çıldırma… Diğer tarafta ise emeğiyle, geçinebildiği kadar ama onurlu bir biçimde yaşayan insanlar… Ortadaki yarı örtülü kadın, yaşadığı hayattan pişman ve karenin sağ tarafına geçmeye çalışan birisi ve utancından yüzün

Zeigarnik etkisi

Zeigarnik etkisi; kişilerin tamamlanmamış veya bölünmüş-kesilmiş şeyleri, tamamlananlara göre daha kolaylıkla hatırladığını ifade eden psikolojikbir kavram.[1] Sovyet psikolog ve psikiyatr Bluma Zeigarnik tarafından bir restoranda yapılan gözlem sonucu bulunmuştur.[1] Zeigarnik, garsonlarınsiparişleri sadece servis sırasında hatırladıklarını, servis tamamlandıktan sonra siparişi hafızalarından sildiklerini fark eder.[2] Konuyla ilgili çalışmalar ve deneyler yapar. Yaptığı çalışmalarla; bitirilmemiş, sonlandırılmamış işlerin, zihni meşgul ettiği ve iş bitince, zihnin bu meşguliyetten kendini kurtardığı sonucuna ulaşır.[3]

Gestalt Prensipleri

Resim
Gestalt psikolojisi (Geştalt psikolojisi okunur) ya da Gestaltizm (Almanca’da şekil ve form anlamına gelmektedir) bilişsel süreçler içerisinde özellikle "algı" ve "algısal örgütlenme" konularında yoğunlaşmış psikoloji teorisidir. 20.yy'ın ilk yarısında, Almanya'da ortaya çıkmıştır. Gestalt psikolojisi kaotik görünen bir dünyada anlamlı bir algıya sahip olmamızın temelde hangi kanunlara dayandığını anlamaya çalışır. Gestalt psikolojisinin ana prensibi zihnin kendi kendisini algıladığı şeylerde bir bütün görmeye organize etmesidir. Bu prensip şu düşünce üzerine kuruludur: İnsan zihni (algı sistemi), gerçekliğin kendisinin onu oluşturan parçalardan bağımsız bir bütünlüğe sahip olduğu algısını oluşturur. Gestalt psikoloğu Kurt Koffka’nın bu konudaki ünlü söylemi şu şekildedir: “Bütün kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden farklı bir şeydir.”[1] Ancak çeviri şu şekilde yayilmistir: “Bütün kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden daha f