Julia Margaret Cameron


Julia Margaret Cameron (1815-1879)
11/03/2004

Resim ve fotoğraf arasındaki yapısal ilişki fotoğrafın bulunuşundan bu yana süregelen bir tartışma konusu olmuştur. Erken dönem fotoğrafçılığında, Fotoğrafın bir sanat yapıtı olarak değerlendirilmesi resimle olan ilişkisi üzerinden kurulmuştur. 1839’da fotoğrafın resmi olarak keşfinin ilan edilmesinin ardından onun bir belgeleme aracı olarak kabul görmesi çok hızlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Ancak, sanat yapıtı ve üretimi olarak kamuoyu tarafından kabul görmesi daha uzun vadede ele alınabilecek bir süreci içermektedir. Bu süreçte ilk sanat fotoğrafı örnekleri, elit bir sanat yaklaşımının aksine, lüks tüketim ürünleri olarak dekoratif amaçla üretilen daha çok popüler bir yaklaşımı yansıtan çalışmaları içermektedir. Charles Baudelaire bu erken dönem fotoğraf anlayışı için “sanatların hizmetçisi” nitelemesi ile dönemin fotoğraf “sanat”ı üretiminin ne boyutta yorumlandığını betimlemektedir. Bu betimlemenin ardında yatan fotoğrafın ontolojik bir yönünü de içermektedir. Fotoğrafın erken dönem üretiminde vurgulanan ontolojik boyut onun gerçekliğin tıpkı basımını üretebilme yeteneğine odaklanmıştır. Buradaki vurgu ise fotoğrafın sanatsal üretiminden çok onun bilimsel çalışmanın hizmetinde olan bir teknolojik araç olarak görülmesi yatmaktadır. Pozitivist bilimin gelişimi ile akran olan fotoğraf, doğrudan bu yaklaşım ile paralellik göstermiştir. Pozitivistlerin, fotoğraf aracını, gözdeki retinaya benzetmeleri, onu gerçek olanı saptamadaki kusursuz başarısına yaptıkları vurgu bu eğilimin pratikteki örneklerini oluşturmaktadır.

Erken sanat fotoğrafının otomasyona dayalı bu gelenekten ayrılmasında belirleyici olan, fotoğraf malzemesine müdahale şeklinde biçimlenmiştir. İlk sanat fotoğrafı örnekleri bilimsel ve ticari olandan ayrılmak için daha çok biçimsel anlamda müdahaleyi ön planda tutan örnekleri içermektedir. Kullanılan fotoğraf teknolojisinin ve dolayısıyla tekniğinin gelişmesi ile birlikte sanat olarak uygulama biçimleri çeşitlilik göstermiştir. Çekim ve baskı aşamasında yapılan müdahaleler sanat fotoğrafı geleneğini biçimlendirmiştir. Bu açıdan sanatsal üretimin, fotoğrafın diğer uygulamalarından ayrılması ve kendi meşruiyet zeminin oluşturması söz konusu olmuştur ancak bunun tam anlamı ile biçimlenmesi içeriğinde bağımsızlaşması ve ardından Julia Margeret Cameron gibi fotoğrafçıların da öncülüğünde özgünleşmesi ile mümkün olmuştur.

Cameron, belli bir üne sahip ilk kadın fotoğrafçı olmasının yanı sıra, fotoğraf sanatının en önemli isimlerinden biridir. Fotoğrafın yanı sıra yazarlık becerisi onu Viktorya dönemi İngiltere’sinin entelektüel topluluğu içerisinde aktif bir isim haline getirmiştir. Özellikle şiir ve roman alanındaki çalışmaları, fotoğraf çalışmalarını da doğrudan etkide bulunarak, kendine özgü tarzının oluşmasına rehberlik etmiştir. Ellili yaşlarının ortalarında fotoğraf çekmeye başlayan Cameron, oldukça geç tanıştığı bu araçla kendisinden sonraki Alfred Stieglitz ve Edward Steichen gibi isimlerin çalışmaları ile günümüzde tanınan resimsel akımlarına biçim ve içerik açısından kaynak oluşturmuştur. Fotoğrafın bir sanat ürünü olarak üretilebileceği fikrinin onu takip eden kuşaklara aktarılmasında Resimsel Fotoğraf örneğinde de olduğu gibi Cameron’un fotoğraf üslubu etkin bir rol oynamıştır.

Cameron’un tarzını belirleyen süreç doğrudan onun yaşadığı dönemle ilişkilidir. Siyasi açıdan Britanya İmparatorluğunun dünya siyasetinde başat olduğu ve coğrafi olarak en geniş sınırlarına ulaştığı dönemde yaşayan Cameron (Bu açıdan onun Kalkuta’da doğup hayatının büyük bir bölümünü ana kara İngiltere’de geçirip, Sri Lanka’da ölümü bu dönemde Britanya sınırlarının betimlenmesi açısından ilgi çekicidir) , bu dönemin politik ve toplumsal hayatında egemen olan Viktoryen gelenekten doğrudan etkilenmiştir. Dönemin Viktoryen gelenekleri, aşırı düzeyde korumacılık (Britanya’nın sınırları açısından) eğiliminden beslenen totaliter bir dizi aşırı tutucu normları içermektedir. Bu normlar dizgesi ahlaki olarak erdemli kadın figürünün yüceltildiği, Protestan ahlakının tüm aile hayatı içerisinde katı bir biçimde uygulandığı ve annelik olgusunun koruyuculuğu, erdemi ve ahlakı temsil ettiği bir dizi uygulamayı içermektedir. Bu normlar ile biçimlendirilen kadın figürünün, bu dönem Britanya’sında aktif bir rol üstlendiğini de söylememiz mümkündür. Kadınların çeşitli kadın kolları ve erkeklerle birlikte sürdürdükleri çeşitli sosyal etkinlikler içerisine girdiklerini gözlemlememiz mümkündür. Kaçınılmaz bir biçimde Cameron’da bu dönemin entelektüellerinin oluşturduğu pek çok sosyal oluşum içerisinde yer almıştır. Bu süreç hem onun entelektüel çevresini oluşturmuş hem de fotoğraf çalışmaların kaynak oluşturacak birikimi edinmesine katkıda bulunmuştur.

Fotoğrafla tanışmasının ardından 1864 yılında albumen baskı tekniği ile oluşturduğu ilk çalışmaları ile Fotoğraf çevresinde tanınmış ve İngiltere ve İskoçya’da çeşitli fotoğraf topluluklarına kabul edilmiştir. Bu dönemde ürettiği fotoğraflar bugünkü portre geleneğinin atası olarak sayabileceğimiz daha çok ticari bir tür olarak adlandırılabilecekcarte-de-visite tarzında fotoğraflardan oluşmaktadır. Ancak, onun çalışmalarında dikkat çeken nokta fotoğraflarının sanatsal yönünün dönemin yaygın sanat fotoğrafı yaklaşımının müdahaleye dayalı biçimci eğiliminin aksine, doğrudan sanat seviyesinin içeriği dayalı kaynaklardan beslenmesidir. Cameron bu açıdan kendi üretimini “hayatın içinden” biçiminde tanımlamaktadır. Seçtiği konular çok yüksek biçimde sembolik anlamlar taşıyan, figür-nesne ve araç arasında maddi bir bağlantı kuran örnekleri içermektedir. Cameron fotoğrafın son halindeki müdahaleyi reddetmesine rağmen, çekim anında bu biçimsel müdaheleyi uygulamıştır. Özellikle soft-focus adı verilen, netlik bozulması biçiminde de tanımayabileceğimiz optik müdahaleyi yoğun bir biçimde kullanmıştır. Böylece ticari ve bilimsel fotoğrafın kusursuz detaycı eğilimini de reddettiğini söylememiz mümkündür. Soft-focus tekniği ile ürettiği fotoğraflarında konu olarak tercih ettiği klasik dönem resimlerini andıran İncil’den hikayelerin betimlenmesi, romantik sanat anlayışından beslenen şiire yönelik eğiliminden beslenen pastoral ve idilik canlandırmalar ile kadın figürünün yüceltilmesini içeren çalışmalar olmuştur.

Cameron'un biçimsel açıdan çağdaşlarından ayıran biçimsel ve içeriksel özgünlüğü ölümünün ardında da günümüze kadar süregelen bir üne sahip olmasını sağlamıştır. Alfred Stieglitz'in Cameron'un ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra Camera Work dergisinin bir sayısını ona ayırması tarzının pek çok benzerinin bu dönemde gündeme gelmesine yol açmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tavanarası Ressamları

Herbert Bayer

Gestalt Prensipleri