70’lerin Anarşizminden Terörist Kebapçılara: “Muhalif” Algısı Üzerine
....
Anarşi’den Şakî’ye, Şakî’den Teröriste Muhalif/Solcu: “Psikiyatrik Vaka” ve “Gerizekâlı” Olarak “Terörist”
1980’li yıllarda muhalifleri ve muhalif düşünceyi itibarsızlaştırmak ve onları halk nezdinde küçük düşürerek askerî (sıkı) yönetimi meşrulaştırmak için siyasî mahkumlar düşük zekâlı ilan edilmişlerdi. Cansu Parlak’ın Türkiye’nin 1980’li Yılları kitabında yer alacak “12 Eylül ve Cezaevleri” makalesinde de dikkat çektiği/çekeceği gibi, bu işin entelektüel zemini için de her darbede olduğu gibi dönemin organik aydınlarına başvurulmuştu. Amerika menşeli Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Turan İtil de bu aydınlardan biriydi. İtil, 1980 sonrasında Genelkurmay’la birlikte birtakım bilimsel (!) çalışmalar yürüttü ve Türk teröristlerinin (=sosyalistlerin) zekâ seviyelerinin düşük olduğunu saptadı(!).
Sayın “Prof. Dr.” İtil’in, Hürriyet gazetesinde bahsedilen ve anarşistlerin seks sorunları olduğundan bahseden Alman bilim insanlarıyla ya da bu deneyi Türkiye’deki anarşistlerle tekrarlayan Türkiyeli bilim insanlarıyla ortak çalışmalar yürütüp yürütmediği (!) bilinmese de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'nın kurucusu ve otuz dört yıl aynı kürsünün başına çakılıp kalan hocası, Aydınlar Ocağı’nın kurucu üyesi, Türk-İslâm sentezcisi Ayhan Songar’ın da Amerikalıların telkinleri ve 12 Eylülcü askerlerin tavsiyeleriyle yürütülen bu “bilimsel” (!) araştırmalarda yer aldığını belirtmek gerekiyor. Önce, anket tekniğiyle şansını deneyen ancak mahkûmların “bunun içinde bir bit yeniği vardır!” diye düşünerek anketleri yanıtlamamaları üzerine hileye başvuran Songar ve ekibi, mahkûmların rızalarını almadan, mahkeme emri gerekçesiyle onları başka bir tesise getirerek araştırmalarını tamamladı, verilerini toparladılar. Hitler’in ölüm meleği Josef Mengele’ye atıfla, 12 Eylül’ün Mengeleleri olarak bilinen bu ekip, muhalefeti halk nezdinde küçük düşürmekle kalmadı, hücre tipi cezaevlerinin, farklı tredmanların ve Mamak Cezaevi’nde kullanılan karıştır-barıştır uygulamasının da zeminini hazırladı: İtil’e göre, hapishane düzeni değiştirilmeli, koğuş sistemi yerine teröristler küçük topluluklar halinde beş-altı kişilik hücrelerde tutulmalıydı. Ona göre, sağcıların solcu teröristlerle aynı koğuşta bulundurulmaları olumlu sonuçlar verecekti. Hapishanede disiplinli bir eğitim verilmeliydi. Özellikle Atatürk ilke ve inkılapları eksenli bir eğitim yürütülmeliydi.[1]
12 Eylül’ün askerleri, NATO üyesi meslektaşları gibi, komünizmi gerçekten de bir tıbbi/psikiyatrik hastalık olarak görüyorlardı. 12 Eylül’de Gaziantep ve Metris cezaevlerinde psikiyatrist olarak görev yapan Mehmet Bekaroğlu, askerî yönetimin siyasi mahkûmları iyileştirilmesi gereken yoldan çıkmış hastalar olarak gördüğünü ve komünizmi tedavi etmek için mahkûmlara hipnoz yapılmasının dahi önerildiğini söylüyordu.[2] Islah heyetinde psikiyatristin yanı sıra, öğretmen, psikolog, sosyolog ve ilahiyatçıların da bulunması darbenin siyasi istikameti hakkında da ipuçları veriyordu.
Terör kavramı 90’lı yıllarla birlikte trafik kazalarından (trafik terörü), düğünlerde silahla havaya ateş açanlara (maganda terörü), çok kanallı televizyonlarla birlikte yayınlanmaya başlanan o zamanın ifadesiyle “açık saçık” (!) programlardan (televizyon terörü) ekolojik teröre, siber teröre, uluslararası teröre… arzu edilmeyen, zararlı görülen her türlü “şeyi” ifade edebilen bir süper-sıfat haline geldiyse de özü hiç değişmedi; İkinci Dünya Savaşı sonrası yerleşmeye başlayan ama asıl olarak 60’lı yılların ortalarında kullanım alanı bulmaya başlayan “anarşi” kavramıyla birlikte “terörist”, “sol/bölücü muhalif”i gayrimeşru ilan etmeye, ortadan kaldırmaya, bastırmaya yarayan “politik dilin” pelesengi haline geldi.
Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısındaki (5 Ekim 2021) “Bölücü kebapçıların işsizlikte payı vardır,” sözleri ise bir hegemonya krizine işaret etmektedir: Sanırım İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana rejimi konsolide edenler, “anarşi/şakî/terör” kavramları ile muhalefetin gayrimeşruluğuna ilişkin hegemonik bir dil, bir ideolojik aygıt üretirlerken bu derece pespayeleşmemişler, bu kadar acze düşmemişlerdi. Elbet bunda bu hegemonyanın üretiminde görev alan aktörlerin entelektüel kapasiteleri de önemli bir rol oynamaktadır: Hiç, annesi (ki hanımefendi aynı zamanda Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın da anneleri olurlar) Hafize Zekeriya İtil adına kurdukları Nöropsikiyatri Vakfı’nda “bilimsel”(!) araştırmalar yapan “Prof. Dr.” Turan İtil’in muhalifleri/devrimcileri/teröristleri gerizekâlı gösteren bilimsel araştırmalarıyla ürettiği hegemonik dil ile Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin “ekönomi” hocası Devlet Bahçeli’nin kebapçıları terörist olarak yaftalayan dilleri aynı kalibrede olur mu?
[1] Bahadır Özgür, Radikal, 13 Kasım 2011.
[2] “Bekaroğlu, 12 Eylül Dönemini Anlattı: Tek Tip Elbiseye Direnişi Hipnozla Kırmamızı İstediler”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/09/12/bekaroglu-12-eylul-donemini-anlatti-tek-tip-elbiseye-direnisi-hipnozla-kirmamizi-istediler
Yorumlar
Yorum Gönder